12 Şubat 2011 Cumartesi

çanta patlatmaca

Aldı mı beni bir gülme! Haberleri izliyordum, bugun Kızılay'da bir durakta unutulan çantanın bomba şüphesiyle patlatıldığı hakkında haber.

Bildiğin kokoş kadın çantası. Çantayı patlattılar...kendimi bu haberi izleyen çantanın sahibi kadının yerine koydum da bir an...rezalet bi durum...çantanı unutuyosun bi yerde sonra haberlerde izliyosun düşünsene, çantanı patlatıyolar hahaha:)) "laayyyn!!" diye delleniyosun Tvnin karşısında falan:)) tamam komik bi durum ama, kimlikler kartlar falan..yazık oldu tabi...sonra polis elinde çantayla yürüdü gitti:)) O da çok komik bir görüntüydü...İçinden rezil bişiler çıkmamış olsa bari...ben mesela kesin rezil olurdum...benim çantamda yok yok çünkü...çıfıt çarşısından beterdir benim çantamın içi...Aman yaa dikkat etmek lazım..:))

Kadınlar

Kadınların genel tavrı bu. Karşımızda hep sevgilisiyle sorun yaşayan bir kadın görmek ve ona yapmacık teselli cümlelerimizle derman olmak isteriz. İçten içe seviniriz buna. ( Ben böyle değilim ama "biz" diye konuşmamın nedeni, doğru hitap şeklinin bu olduğuna inanmam. Bir konuya kendini de dahil etmek, karşındaki insanın kendisini yalnız hissetmemesini ve rahat olmasını, kendisiyle daha kolay yüzleşmesini, farkına varmasını sağlar.)

Kimi kız arkadaşlar da böyledir işte. Çoğumuz yaşamışızdır. Derdin olduğunda, sevgilinden ötürü ağladığında, ilişkin sorunlu olduğunda hep yanındadırlar. Koşa koşa gelirler. Sabaha kadar seninle otururlar, derdini dinlerler ve sen onların ne kadar iyi dostlar olduğunu, Hatta dostluğun bu olduğunu düşünürsün,inanırsın. Yıllar boyu da sürer bu inanç. Ama bir gün gelir, ne zaman düzgün bir ilişki yaşamaya başlarsan o zaman uzaklaşırlar ve sen kayaya çarpmış gibi hissedersin kendini. Yıllar boyu süren paylaşımların hatrına bir kaç kez daha görüştüğünde, hep gözlerinde, senden olumsuz bir şeyler duymayı bekleyen o hain bakışları görürsün. Sen güzel şeyler anlatmaya yeltendiğinde de, acımasızca sana saldırmaya kalkarlar. Fiziksel görünüşün de dahil...

Yıllardır paylaştığınız o "dertli zamanlar"ın bitmiştir ve sen artık mutluluğunu paylaşmak istiyorsundur. Dost bellediğin için de yanında olacağını sanırsın ama aldanırsın. Eskisi gibi içip, ağlayıp isyan etmek yerine, yeni kurduğun yaşama, sana, ilişkine saygı duysun, alkol yerine kahve içip tabu oynayalım veya, beraber film izleyelim istersin,güzel şeylerden söz etmek istersin, onu da yaşamının bir köşesine koymak istersin. Ama kaçarlar. Çünkü senin mutluluğun, onların kendi mutsuzluklarının perçinlenmesine sebep olur. Senin mutlu yaşamın onlara kendi mutsuz yaşamlarını anımsatır çünkü. Bu yüzden kaçarlar.Senin artık eski "sorunlu" kadın olmadığını gördükleri anda kendilerina başka sorunlu kadınlar ararlar, hayata erkeklere ağız dolusu küfürleri beraber savurabileceği, diğer kadınları iştahla aşağılayabileceği ve bulduklarında da onlarla "dost" olurlar... senin dedikodunu yapmaktan da çekinmezler bir yandan... Sen tekrar eski moduna dönersen, o zaman yine herşeyleriyle yanında olurlar.

Kendi mutsuzken bile içten bir şekilde senin yanında olan ve yaşamını paylaşmaktan keyif alan o kadar az arkadaşın kalır ki...belki 1 belki 2 tane...

Gerçek yaşamda bu böyle. Hep de böyleydi. İnternette de böyle oldu artık. İnsanların içten içe nasıl kıskandığını her şekilde hissediyor insan; ilişkisini, sevgilisini, mutluluğunu...hep ayrılmanı, sorun yaşamanı bekliyorlar sinsice...hatta bunun için dua edenler olduğuna bile eminim..

Mutluyum demeye bile çekinir oldum. İlişkimle ilgili güzel bir şeyler paylaşmaya, anlatmaya...Sırf insanlar kendini kötü hissetmesin diye. Sırf nispet yapıyomuş gibi görünmeyeyim diye...ne ayıp yaa...Ama artık umrumda değil.

Bence kendilerine gelmeli kadınlar. Birbirimizi en iyi anlayacak yine bizleriz çünkü.

Kadınların kadın düşmanlığı...

Neden ve ne zaman bu kadar nefret eder olduk birbirimizden?İlkel bakış açımızdan neden kurtulamıyoruz? Neden kendi cinsimize bu kadar düşmanca yaklaşıyoruz? Tüm kadınları birer tehdit gibi görüyoruz? Biz insanız...İlkel içgüdülerimiz yönlendirmemeli bizi. İnsan olmanın bilinciyle hareket etmeliyiz. Yaşama gelme amacımız kendimizi erkeklere beğendirmek mi sadece? Bunu hayvanlar yapıyor. Çiftleşip nesillerini sürdürmek için. Oysa bizim başat amacımız bu değil ki! Başka meziyetler yüklenmiş bize.Sana yuvanı, erkeğini koruma denmiyor ama her kendi cinsini de tehdit gibi algıladığın müddetçe, kimliğine ve varlığına yabancılaşıp bir ucubeye dönüşürsün. Erkeklerin seni gercekten daha iyi mi anladığını sanıyorsun? Palavra!


Yazdıkça şöyle de bir tuhaf çelişki farkettim belki de tüm yazdıklarımı çürütebilecek...Eğer kadınlar karşılarındaki kadını bir tehdit olarak algılıyorsa, o zaman tam tersi sen mutlu olduğunda senin yanında olmaları gerekmez mi? Çünkü mutluysan ve bir ilişkin varsa, o zaman zaten onun önünü kapatman ve gelecek ihtimallere karşı bir tehdit unsuru oluşturman imkansızlaşmaz mI? Mutsuzsan ancak bir arayışa girer ve bir tehdit oluşturabilirsin...

bakış açım doğru farkındayım ama bir kez daha düşününce, sanırım bu başka bir durum. Yani bu tamamen kişisel mutsuzluk buhranlarıyla alakalı. Yani kadın veya erkek olmakla bağlantısı yok..Bir de, ancak sevgilisi olan ve kendileri mutlu olan kadınlar, mutlu ilişkileri olan kız arkadaşlarının yanında olabiliyor. Çünkü mutsuz ve tek başına bir kız arkadaş,ciddi bir tehdit unsurudur her zaman sevgilisi olan bir kadın için; mutsuz ve yalnız kız arkadaşa da mutlu ve sevgilili arkadaş mutsuzluğunu hatırlatır..tamam olay budur işte... Bu yüzden çiftler görüşür ya hep...Ya da tek ve mutsuzlar...Farkında olmadan altında yatan sebep budur...Çok edepsiz kız arkadaşlar da var evet...Sevgilini ayartmaya çalışan şıllıklar...benim başıma gelmedi ama gelen ve başarıya ulaşan biliyorum...

Bak şindi...sinirlendim gene...tam kadınlara karşı ılımlı ve sevecen olayım diyordum aklıma gelen şeye bak! neyse ben en iyisi bu konuyu burda kapatiim, yoksa birazdan küfretmeye başlicam korkarım.............

Beni Dinleyinnnnn!

Ben bu blogla kafayı bozdum. Ciddi söylüyorum. Bu nası bişeymiş ya. Blogla yatıp blogla kalkar, sürekli yazacak bişeyler bulmaya çalışır oldum.

Hahahahaha insan bi süre sonra kendini köşe yazarı falan sanmaya başlıyo. Bi de güzel yorumlar gelip, insanlar seni izlemeye başlayınca, değme keyfine! Hadi azıcık da entelektüel falansan iki felsefik, edebi bişi patlatıyosun, bi de şiir miir yazdın mı tamamdır, oldun sen! Bi de yazılarına şöyle bi yan gözle bakıyosun, ulen harbi yazabiliyorum ben yaa diyip, egonu şişiriyosun, iyi geliyor gribe, soğuk algınlığına falan.

Sevgilim benim blogumu paylaşmış her yerde sağolsun."Kimse beni izlemiyooo! milletin 500 tane izleyeni vaaar ühü ühü!" diye mıymıylanmama dayanamadı canım benim:)) Şimdi bir sürü insan girip "bu ne be" demiştir eminim. Giren sayısının sürekli önlenemez yükselişi ama izleyen sayısının sabit kalışından anlaşılıyor, salak değilim! :))

kendime güvenmiyorum evet. Yazılarımı beğenmediğim için, adımı sanımı bilgilerimi falan gizli tutuyorum. Bu kadar da dürüstüm. henüz her yerde yayınlayacak, göğsümü gere gere bakın ben de yazıyorum diyecek kadar özgüvenli değilim. Hoş, zaten yayınlansa nolcak, ottan boktan şeyler yazıyorum :)) Kim napsın benim abidik gubidik yazılarımı dimi...:))) Aayhh! bu kadar da değil elbete! Güzel yazıyorum ulen işte! Tamam sevgilimle sorunum yok, erkeklerden nefret etmiyorum diye napiim yani şimdi? öliim mi hıı? :))bu yazıyı okuyup da izle 'ye tıklamayanı döverim........... :)))

NOT: Sevgilimle sorunum yok deyince aklıma bir şey geldi. Onunla ilgili de birazdan yazıcam.

Özenmiş çocuk

Bir süredir farkettiğim bir şey var. Uzunca bir süredir. Bunu her düşndüğümüde acımayla karışık bir gülme alıyor beni. Bana çok komik geliyor ama acaba onlar bu kadar komik göründüklerinin farkındalar mı...?Aslında herkes böyle ama bazıları var ki çok göze batıyor. (Burda bitirirmişim yazıyı mesela)

Barlarda yeni çalmaya başlayan, yeni yetme heyecanlı genç çocukların hepsi Bob Dylan'ın filan gençliğine özenmiyor mu? Ya da sokak köşesinde çalan gitarcı çocuklar...Yıllar sonra ünlü olduklarında anlatacak bir yaralı geçmiş yaratmak değil mi çoğunun amacı? Ya da kitaplarının arkasına siyah beyaz fotoğraflarını koyan şairlerin tümünün aklında bir Cemal Süreya gibi olmak filan yok mu allasen? Bana çok komik geliyor bu.

Az önce bir şair amcanın fotoğrafını gördüm de...ordan geldi aklıma. Bir pozlar, bir edalar...altına da vurucu bir cümle...oldu işte! O foto çok mühim ama...Nasıl Cemal Süreya'nın meşhur elinde sigaralı resmi kullanılır hep, o da ölüp gittikten sonra hatırlanmak istiyor belli...özenmiş bezenmiş de çektirmiş...hayır dalga geçmiyorum...ne var ki bunda diyor olabilirsiniz ama işte bunu farketmek komik geldi sadece...Sadece şairler ve müzisyenler de değil ki...hemen hemen herkes böyle yaşıyor...önlerindeki örneklere göre yaşıyor...Onlar gibi olmaya çalışıyor...Üniversite hocaları Ölü ozanlar derneği'ndeki Mr. Keating'e özenirken, iş kadınları, Amerikan filmlerindeki işi gücü parası olan ama mutsuz kadınlar gibi falan yaşamaya çalışıyor; falan gibi...mesela yani...aykırı olanlar elbette var ama genelde bu böyle...

Şimdi biz o geçmişteki şair, yazar müzisyen ya da filmlerde gördüğümüz insan tipi neyse, onu da tanıyıp bildiğimiz için, ister istemez bir kıyaslamaya giriyoruz. Niye giriyoruz çünkü bariz öyle bir iddiası var kişinin! iddiası olmasa kıyaslamayıp ona kendi tarzı çerçevesinde bakarsın ama var! Pekiii...ya yoksa? yani öyle bir ihtimal de var ama o zaman bu çok korkunç olur! O zaman dünyada her bir iş için belirlenmiş tek bir kalıp mı var? Başka türlüsü zaten mi mümkün değil yoksa ve biz hep farklı bir şeyler bekliyoruz? Beklemek mi hata acaba? Başka türlü nası çalsın gitarı mesela? Bunu yapmak için kimse uğraşmadığından, başka bir ihtimalin düşüncesi bile beyin kaslarını feci zorluyor...Usül böyle belirlenmiş, ötesi yok, uğraştırma sen de adamları aaaa, düşüncek başka bişey mi bulamadın...da diyebilirler adama...İnsanız işte, benziyoruz birbirimize...hepsi biziz, şariler de yazarlar da öğretmenler de...kim kime özeniyor, kim kimi aklit ediyor, çıkarması güç...Sen hiç mi birilerini taklit etmiyosun diye sorabilirler bana da...bilmem ediyorumdur belki, farkında değilim...dedim ya ister istemez yapabiliyoruz bunu...ama yapmamaya çalışıyorum en azından onu biliyorum...Mesela birinin fotoğrafını beğenip almak, birinin videosunu paylaşmak veya blogunu düzenlerken hoşuna giden eklentileri eklemek gibi çok basit şeylerden söz etmiyorum. Yaşam tarzı olarak belirlenen daha ciddi şeyler benim anlatmak istediğim.Seni sen yapan, yapacak olan şeyler...

Ama gidip de sırıtan, 60'lardan kalma havası estirilmiş bir siyah beyaz resim çektirip kitabının arkasına koyma sen de allasen...başkalarının umrunda olmayabilir ama bu özenti havası beni çok fena irrite ediyor...

Ya bi de şey var; ünlü birinin sözünü sırf içinde hayat ve aşk geçiyor diye beğenen tipler...düşünmeden etmeden... Oysa ki son derece saçma ve mantıksız olabiliyor o sözler. Mesela Hegel söyledi diye ben o söze katılmak ve Hegel'i yüceltmek zorunda mıyım? Bir adam filozof diye hep doğruları mı biliyor demek? İŞte bu da sığ beyinlerin düşünme sistematiği...Bu hep böyle ama...ve bu konuda ne zaman biriyle tartışmaya girsen, o ünlü veya senden daha bilgili diye, senin tartışman ve eleştirmen hep yersiz bir ukalalık olarak algılanır. İşte biz aslında bu kadar acınası durumdayız bilmem farkında mısınız? Tartmadan, düşünmeden ne verildiyse kabul ediyoruz. Tıpkı yaşam biçimimizde de kalıpların dışına çıkamamamız gibi. E tabi, karşındaki sana hak verse bu sefer senin üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalacağı için egosu ezilecek. o düşüncelerine çok değer verdikleri adamları tanrılaştırdıkları için kafalarındaki sistematik bozulacak, devreleri yanacak...Tamam tek bir şeye inanayım ben, kafamı da karıştırma, o öyle diyorsa doğrudur! Pekii pekiii...sustummm :/
SİNEMA TUTKUNU HABER AĞI / SHA ;

11 Şubat 2011 Cuma

Mediteyşın

Bir ara Osho okurdum. Onun sayesinde meditasyonun hayatımı değiştireceğine inandım. Bayaaa bildiğin meditasyon müzikleri buldum, mumlar yaktım, ışıkları söndürdüm, çakralarımı açmaya uğraştım ama olmadı allah olmadı.Oldurmayan allah oldurmuyor işte. Bunun bi de noktalı versiyonu var ama onun konumuzla alakası yok.

Sonra meditasyonla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmeye karar verdim çünkü bu işte bir yanlışlık vardı. Okudukça, bunun her babayiğidin harcı olmadığını anladım. Öyle gözlerini kapatıp mum yakmakla, kafanı boşaltmakla falan olmuyomuş bu iş. Ciddi teknikleri varmış, öyle böyle değil...1 hafta boyunca her gece bi takım beyin egzersizleri falan yapıp öyle yatıyomuşun o çakraları açmak için. daaha da bir sürü şey.Ama bizim gibi kafasında bin bir tane tilki dolaşan, tedirgin ve gergin, çakralarını ağ bağlamış tiplerin rahatlaması pek mümkün olamıyormuş. Kira zamanı gelen ve parasını denkleştirmek için uğraşan insanlar nası meditasyon yapsın alllasen? Boşaltsa nolcak kafayı, kiradan kurtulabilcek mi?

Meditasyon yapan adamlar zaten dünyadaki herşeyden elini eteğini çekmiş, denize nazır lüks evlerde, para derdi olmadan hizmetçileriyle falan yaşıyorlar. Bak şindi...aynı şey mi? diil...Sonra Osho okumaya devam ettim ve harika bir şey keşfettim a dostlar..iyi bir ev temizliğinin bin tane meditasyona bedel olduğunu! Valla! bunu kendi de söylemiş Osho'nun. Herhalde bizim gibiler için söylemiş bunu. Deneyip de beceremezseniz üzülmeyin, size göre de tekniklerim var, a zavallılar anlamında yani...İşe yarıyor ama, denedim ben. Mesela az sonra yatak çarşaflarını değiştirip Nirvana'ya ulaşmayı düşünüyorum...Ardından bi de yerleri sildim mi oooh, en iyi meditasyon halt etmiş yanında!

Birer fındık faresi olaydık.

Az önce sevgilimle aramızda geçen diyalog:

Ben: Aşkım ben bi deve olsaydım bana yine aşık olur muydun?
O: Ben de mi deve olucam?
Ben: Evet
O: Olurdum.Ama sen deve ben insan olsaydım olmazdı.
Ben: E herhalde (güllüşmeler) Pekiii ikimiz de fındık faresi olsaydık?
O: Olurdu o zaman da (Gülüşmeler) 100 tane çocuk yapardık (gülüşmeler)


İşte böyleyiz biz akşamları, çok eğleniyoruz :)))

10 Şubat 2011 Perşembe

Timsah, yılan,beyaz balina ve turuncu renkli uzaylılar

Dün gece rüyamda evin içinde dolaşan bir timsah bir yılan bir de beyaz balina vardı. Ev benim evimmiş ama burası değil, kocaman bir evmiş, saray gibi bişey. Sadece korkup köşeye saklandığımda benim evin koridoru oluyor koridor o kadar. Amaan ne zor şey be rüya anlatmak..En ufak bir harekete duyarlı hayvanlarmış bunlar. Normalde de öyledir herhalde ama acaip korkuyorum. Özellikle de balinadan. hareket ettiğim anda dönüp üzerime gelmeye başlıyorlar. Ben de köşede öylece kıpırdamadan duruyorum. Nefes bile almıyorum. Öyle işte.

Sevgilim de rüyasında turuncu renkli uzaylılar görmüş. Yemek servisi falan yapıyomuş bunlar.Çok komikmiş. Ailece kıçımız açık kalmış diycem amaa dilim varmıyo :))İkisini birleştirip bir öykü yazasım var aslında ama şimdi başımın ağrısını geçirip bi duş almam lazım önce..

9 Şubat 2011 Çarşamba

Kötü hikayeler

Neden bize bu kadar kötü hikayeler anlattılar ki? neden hep mutluluğun bu kadar zor uzak ve herkesin haketmedği bir şey olduğu öğretildi bize? Ya da ancak ve ancak masallarda olduğu? Bir ilişkinin eninde sonunda biteceği, erkeklerin tümünün mutlaka aldattığı, heyecanın bittiği, en dürüst insanlara bile inanmamak gerektiği? Hayatı güzel ve yaşanası kılmak varken neden daha küçücükken kafamıza kaktılar bunları ve hiç birimiz sağlıklı, özgüvenli ve güçlü kadınlar olamadık? Hep kafamızda soru işaretleri ve içimizde tedirginliklerle yaşamak zorunda bırakıldık? Birilerinin bu işten çıkarı mı vardı? İnanmak istemesen ve kendi önüne bakmak istesen de, bir süre sonra, elinde olmadan kulaklarından girip beynine ulaşmış ve en hassas beyin hücrelerine böcek gibi yapışmış oluyor bu laflar...orda büyüyor büyüyor ve onları söküp atmak için beynini söküp atman gerekiyor adeta.Ne kadar akıllı ne kadar aydın veya ufku geniş olursan ol...çoğu zaman elimizde olmuyor...olamıyor...

Herşey güzel ve sorunsuzken bile tam anlamıyla huzuru bulamamak bizim hatamız mı? Karşındaki adam seni deli gibi severken eninde sonunda seni aldatacağı gibi, fazla güvenme, fazla bekleme fazla şunu yapma bunu yapma diye duyduğumuz ve inandığımız laflar hayatı bize zindan etmekten başka ne işe yarıyor ki? Ve insanlar neden yapıyor bunu? Bu lafların birer şehir efsanesi olduğuna inanmak ve huzur bulmak istiyorum artık...karşında bu kadar fazla örnek varken senin hepsinden farklı olacağına inanmak bazen saçma geliyor. Sevgilisini deli gibi seven, en dürüst adamların bile gün gelip fırsatını bulduğunda aldatacağı örneklerini sürekli görüp duyduktan sonra insan neden ben de yaşamayayım ki diye aptalca bir bakış açısına giriyor. Aptalca teslim olmak bu belki. Böyle yaparak aslında onlardan biri oluyor insan. O umutsuz,mutsuz, kalıplarla yaşayan insanlara benziyor. buna izin vermemek lazım. O moddan çıkmak lazım. Kalıpları kırıp kendi yaşamına bakmak ve gülüp geçmek lazım. Ama bu kolay mı? Öyle pat diye olamıyor ki bu yılların getirdiği ortak bilinci yıkmak? Kişiliğimizin en büyük kısmını bu belirliyor. İstemeden farkında olmadan benziyoruz hepimiz birbirimize. Bir yerden sonra farklı olmak mümkün olmuyor.Aynı toplumda aynı sorular aynı cevaplar aynı bakış açılarıyla yaşadığımız sürece de bu çok da kolay olamayacağa benziyor..

Birilerinin bu işten bir çıkarı mı vardı dedim ya, tüm bunlar da Kapitalizm'in bir oyunuydu sanırım. Mutlu olup iç huzurumuzu bulursak, özgüvenli, güçlü sağlam bireyler olursak çarka hizmet edemezdik ki. Bunalıma girip alışveriş yapamaz ya da canımız sıkıldığında abur cubur yemez ve para harcayamazdık. Özgüvensiz olmalıydık ki karşımızdaki adam bizi beğensin diye milyarlık makyaj malzemelerine, saçımıza başımıza para verelim, onlar bizi kandırdıkça, usülü bu diye buna inanıp, "hayat böyle işte" diye beylik laflarla kendimizi kandıralım. Hayat böyle olmamalıydı, olmazdı da. Çok fena oyuna geldik..

8 Şubat 2011 Salı

İçimde bişey var

Bi ara terapiste gitmiştim.2-3 seans filan. Kafamda çözemediğim ve sebeplerini bilmediğim, anlayamadığım bir takım yoğun öfke patlamaları yüzünden. Olur olmadık zamanlarda, özellikle de mutlu olduğum zamanlarda pörtleyen, hayatı bana ve sevgilime zindan eden o kontrolsüz öfke patlamalarımı anlatırken çok kez ağladım adamın karşısında.

Daha önce terapiste giden arkadaşlarım, bu işin 2-3 seansla çözülmeyeceğini, insanların yıllarca gittiğini söylediler hep bana. İlk seansta bir şey anlamadım ama 2.ve 3.seanslarda öyle şeylerle yüzleştim ki, insanın gördüğü, duyduğu kokladığı her şeyin, yaşadığı ve üzerini kapattığı her olayın, her anın bilinçaltı denilen uçsuz bucaksız okyanusun derinlerine nasıl gizlendiğini, zayıf bir anını bulduğunda pusuda bekleyen kaplan gibi, beyin hücrelerine nasıl saldırdığını gördüm, dehşete düştüm.

O an ilginç bir aydınlanma yaşadım. Sorunların nereden kaynaklandığını anlamak, onları çözmek için yeterli gücün aslında içinde olduğunu da gösteriyormuş insana. Şu klasik "yaşam güzeldir" kitapları gibi konuşmak istemiyorum ama şunu anladım ki, bunu bir kere anlayınca gerisini kendisi çözebiliyor insan. Çözmese bile kendini kontrol etmeyi öğreniyor.Yani öyle yıllar boyu gitmeye gerek yokmuş...haa hiç mi dellenmiyorum şimdi? tabi ki delleniyorum ama eskisi gibi değil Daha kontrollü, daha olgun ve daha kendimi bilerek...

Şimdi daha iyiyim...Her şekilde daha iyiyim. Bi de şu ara verdiğim günlük egzersizlerime yeniden başlayabilsem...

Gıcık oluyorum-3-

  • Hangi akla hizmet, yüz yıkama jellerinin falan tüplerini çevirmeli kapaklı yaparlar? Yıllardır uyuz olduğum şeylerden biridir. O kapağı açıp eline aldıktan sonra tekrar kapat kapatabilirsen. Elinden akar, kapağa bulaşır falan...Çok sinirdir. Kapatmadan bi kenara da koyamazsın, akar çünkü...Bi ben mi akıllıyım acaba? hı hı evet:))
  • "kolay,pratik yemek tarifleri" diye bulduğunuz kitap site falan gibi yerlerdeki tariflerin başında inatla "evdeki malzemelerle" yazıp, kişniş, efendime söyliim, kuzukulağı, sonracığıma mahlep, mısır nişastası, falan gibi ancak ve ancak hayatında mutfaktan başka bir eğlencesi olmayan kadınların evinde bulunacak malzemelerin yazması ve bu yüzden hevesle canının istediği bir şeyi yapamamak. Gırrrr!ne yani evde mahlep ve kişniş mi bulundurmak zorundayım ben ayol sürekli?
  • Ayy bu çok sinir. Hevesle gidip aldığınız bir tişörtün veya kazağın boyun kısmındaki etiketini keseyim derken kendisini de kesmek.Daha fazla yorum yapamiciiim.
  • Senden sürekli ilişkinle ilgili kötü bir şeyler duymayı bekleyen mutsuz insanlara da gıcık oluyorum. 
  • "Takma" diyen insanlara ayrıca kılım.
  • Epilasyon denen şeyden nefret ediyorum.
  • işkembe çorbasını gebertesim var.İşkembe seven ve ağzı sulanarak anlatan kızları pencereden fırlatasım geliyor. 
  • Trt'deki keloğlan çizgi filmi midemi bulandırıyor.
  • Yenidünya çok saçma.
  • Dedikoducu komşular ölsün.
  • Restorant veya barlardaki tuvaletlere kapıyı çalmadan lönk diye dalan öküz hatunları da dövesim var.
  • Hiç bir kilo problemi olmadığı halde, 3 kilo fazlam var diyetteyim diye ortalıkta dolaşan gencecik kızlara yanlış diyet uygulatıp 100 kiloya çıkmalarını sağlayacak bi diyetisyen arayışındayım. 
  • Oh beeeeee!
To be continued...

This is a bencil.

...Var olmadığı bir geçmişi neden kıskanır insan? Üstelik kendi var olmadığı bir geçmişi kısmankazken karşısındaki..Nasıl bir bencilliktir ki bu, sevdiğin insanın ezelden beri yaşamına hiçkimsenin girmemiş olmasını dilemek ve girmiş olanları düşman bellemek? adeta sevdiğin insanı elinden almışlar gibi bir tuhaf his...Oysa sen yoktun ki o zaman...yoktun...ya da vardın ama başka yerlerdeydin...başkaları vardı senin de hayatında...ama bu empati kurmak için yeterli değil, oysa bencil olmak ve hastalıklı bir şekilde kıskanmak için yeterli bir sebep gibi geliyor insana. Hakkı olduğunu düşünüyor buna. Kazara biri kendi geçmişine müdahale etmeye kalktığında da canavarlaşıyor. Geçmişi kıskanmak...kulağa bile saçma geliyor. Aptalca geliyor. Kimbilir bilinçaltımızın hangi minik noktasına saklanmış bir kırgınlık zerresi ki bu bizi kendimize yabancılaştırıyor...

7 Şubat 2011 Pazartesi

Cadı çocuk

Bugün bir arkadaşım bir video paylaşmış. Yeni mi eski mi bilemiyorum. Rusya'da bir adam köpeğiyle ormanda dolaşırken, uçan bir çocuk ve ona bakan bir kadın görüyor. Az sonra çocuk yavaşça aşağı iniyor, annesi elini tutuyor ve oradan hızla uzaklaşıyorlar. Görüntü hakkaten böyle. ben de izledim. Tuhaf. Tabi yapılan yorumlar "acaba cadılar mı?" yönünde. Eğer havada bir insan görürseniz bilin ki cadıdır. Tabi. evet öyledir. Başka ne olabilir ki? Mesela canı uçmak istemiş olamaz mı? belki 40 kere söylemiştir olmuştur? olamaz mı?? Ya da belki bizim bilmediğimiz, uçabilen çocuklar vardır...Hayır işin komik tarafı cadı diye bir şey olmadığı öğretildi bize. Havada gördüğümüz bir insana cadı diyebilmemiz için, cadıların yaşıyor ve var olduklarına inanıyor olmamız gerekmez mi? hani "aaa sincap" filan diye şaşırız ya, ummadığımız bir yerde ummadığımız bir canlı görünce..Onun gibi sanki.."aaa cadı!" Bi de cadılar süpürgeyle uçar ayrıca! ben öyle biliyorum yani :-)))

Bağsız-lar

Bazı insanlar vardır yaşamınızın bir dönemini beraber geçirdiğiniz. Aslında şöyle bir geriye dönüp bakınca çok fazla bir paylaşmınızın olmadığını gördüğünüz ama yaşamınıza giren herkese değer veren bir yapınız olduğundan onlara da gereksiz değer verip, bir şeyler beklediğinizi farkettiğiniz. Aslında bu yaşamınıza giren herkese değer verme durumu, ilk gençlik yıllarına, toy zamanlara, saf salak, hayatı tanımadığınız zamanlara denk gelir tam olarak. Sanırsın ki, arkadaşlık böyle olur. Sonra yıllar geçer, aklın başına gelir, kendini tanır kişiliğini oturtursun. Ne istediğini anlarsın ama bir bakarsın çoook başka yollara sapmışsın sen. Kafan çok başka bi kafa. Hayatı algılayışın onlarınkinden çok farklı. Ama onlar...onlar diyorum, senin bir zamanlar dostluklarından medet umduğun insanlar toplanıp bir ittifak oluşturmuş. Pek bir sever olmuşlar birbirlerini. Sense onlara göre çok başka, çok uzak kalmışsın ve hala, bir zamanların minik paylaşımlarının hatrına dost olmaya çalışırsın tüm sevecenliğinle, aralarına girmeye çalışırsın, onların dilinden konuşmaya çalışırsın ama olmaz, olamaz...Ben diyorum ki, yaşamımıza giren herkes ömür boyu yaşamımızda olmak zorunda değil. Bazı ilişkilerin miadı doluyor, bitmesi gerekiyor. Bazı insanlar geçip gidiyor, bazıları kalıp bize yarenlik ediyor. Bazen kırılıyorum ama ben. Neden kırıldığımı neden ciddiye aldığımı bilmiyorum ama bazen çok kırılıyorum. İnsanların kendi yaşamlarını kendi çevrelerini ciddiye alıp seni duymamaları, umursamamalrı gücüme ve gıcığıma gidiyor...Keni yaptıklarının, yazdıklarının, konuştuklarının akıllıca ve en doğru şeyler olduğunu düşünüp senin davranışlarına, zevklerine, yazdıklarını ve konuştuklarına karşı ukalaca tepeden bakıp küçümser bir tavır takınmaları beni çileden çıkartıyor. Aslında burda kırıldığım nokta, aslında kırgınlık da değil, insanların bu ukalalıklarının haddini bildirme isteği içimdeki. Bir de bunu yapanlar kendilerini entelektüel, aydın diye tanımlayan, hümanist görünen insanlar. Ama entelektüel olucam diye yaşamın tüm diğer renklerine kapılarını pencerelerini kapattıklarından dünyanın sadece kendi etraflarında, kendi inandıkları değerler çevresinde döndüğünü sanıyorlar. Ben "hafif entelektüel" kalıp, ufkumu geniş tutmayı seçerken, onlar "tam entelektüel" olup at gözlükleriyle dünyaya bakmayı yeğlemişler. Aramızdaki fark bu işte. Şimdi neden üzüleyim ki dimi? Yazdıkça aydınlandım valla. :-)

Pohça-boğaça veya Poğaça

Gecenin bir yarısı poğaça yapasım geldi. tarifi nette buldum. Şu an pişiyolar ve çok güzel görünüyolar. Buyrunuz :-)

6 Şubat 2011 Pazar

Kolera-ns

Tolerans'ı "kolerans" sanırdım küçükken. Tıpkı "Tünaydın"ı yanlış söylediklerini düşündüğüm gibi insanların. "T" harfiyle başlayan sözcükleri bir kabullenemezliğim vardı nedense. Ters gelirdi, yanlış gelirdi, hoşlanmazdım. mesela şimdi de inatla "Eker" markasını "Teker" diye okuyorum. İnek kafası nedense T harfi gibi görünüyor gözüme. Teker okumadığım zaman da Şeker okuyorum ama katiyen Eker değil...


"Tek" başına olmayı asla istemeyip "Tek" başına bırakılmışlığın kabullenilmişliği mi ki...

Yeni bir yaşam

Sigarayı bırakmaya çalışıyorum 2 gündür. Bugün akşam 9 a kadar hiç sigara içmedim! benim için büyük başarı! Çok kıskanıyorum bırakan insanları. Öyle böyle değil yani! İletilerine "sigarasız 30 gün" falan yazıyorlar ya, birer ilah gibi görüyorum onları. Saygıda sınır tanımayasım geliyor. Hele, yıllardır bu saçmalığı beraber içtiğiniz, paylaştığınız bir arkadaşınızın sigarayı bırakması ve ardından onunla bir araya gelmek, onun sigarayı bıraktığı için ne kadar mutlu olduğunu, 2.gün biraz zorlandığını ama başardığını, canım hiç mi istemiyor, istiyor ama o kriz geçince geçiyor sözlerini dinlerken, elin sigara paketine utana sıkıla atmak, ulen ben niye başaramıyorum nedennnn diye isyan edesinin geldiği gün, o ciddi kararı veriyorsun. Delice kıskanıyorsun onu.Benim öyle oldu. Hoş, ben zaten deli gibi içen bir insan değilim. 1 paket içmiyorum mesela günde ama hiç içmeden de yapamıyorum lanet olsun ki. Bugun o gücü hissettim içimde. İnatla akşama kadar sigara almadım. Bol bol çay içtim, kahve içtim, tıkındım, kendimi telkin ettim. Başaramadım ama. Bilmiyorum ki neden başaramıyorum, istediğim halde. 12 yıl olmuş...şimdi bıraksam 40 yaşımda ciğerlerim temizlenmiş olur. Mis gibi işte.Ama biliyorum ki bu boktan şeyi bırakmak yaşamımda bir dönüm noktası olacak ve başka bir yaşam, başka bir boyut açılacak önümde...biliyorum...12 yıllık esaretten kurtulmak...azıcık daha zamanı var ama bu yıl içinde bitecek bu iş...kararlıyım...