26 Kasım 2010 Cuma

Yed'cüceler ne kadar Şirinler !

Yedi cüceler ve şirinleri hiç aynı anda düşünmeyi denediniz mi? Bi garip oluyo...Sanki aralarında bir benzerlik bi iletişim bir bağ varmış aslında da siz farkında değilmişsiniz de bi an farketmişsiniz gibi...tıpkı iki birbiriyle alakasız insanın soyadlarının aynı olduğunu çok sonra bi an farkedip aaa ne tesadüf demek gibi bişey...ööle saçma bişey işte...Bana çok olur bu...ve niyeyse de her farkettiğimde şaşırırım...çocuk gibi işte...Bi de birinin soyadının yedicüceler olması ne komik olurdu...Bu da güldürür beni mesela...Hem de otobüste falan aklıma gelir, böyle alakasız yerlerde...ve gülerim hep :-) ( Sayın Ayşe Yedicüceler gibi mesela...kelimenin fonetiği soyad olmaya uygun, ben napiim ayol)

Neyse bu gecelik bu kadar...haa ben bu aralar fazlasıyla endorfin salgılıyorum...spor yapıyorum her sabah yarım saat...mutluyum...öperim hepinizi...

23 Kasım 2010 Salı

Ruhumda sıkışan öfkeler, gün gelir popomu tekmeler !

İnsanın ruhunda sıkışan öfkeler, gün gelir poposunu tekmeler. Öfkenin doğasına aykırı bişey biriktirmek ve sıkıştırmak...

Tepki verememek...korkmak, korkmak ve sadece korkmak...Herşeyi kabullenmek...Öfkeni bas bas bağıramamak...kimseyi suçlayamamak...kimseyi suçlayamadığın için de hayat boyu kendini suçlamak...Sonra yaşamda biri seni üzdüğünde ağlayıp üzülmek dışında hiç bir şey yapamamak...biriktirmek, biriktirmek, basiret bağlanması, konuşamamak, kızamamak...sonra gün gelmek, hayatının aşkıyla karşılaşmak...istediğin gibi bir ilişki yaşarken, olur olmadık yerlerde öfke krizlerine tutulmak, kontrolsüz, futursuz, dengesiz, acıtırcasına, sanki içinden bişeyler söküp atmak istercesine, sanki ölmek istercesine, bağırmak haykırmak, kızmak, zarar vermek, herşeyi mahvetmek, korkmak, korkmak ve sadece korkmak...kaybetmekten korkmak...kendinden korkmak ve yine başa dönmek...Bu saldırganlığın yüzünden kendini suçlamak, anormal olduğunu bir psikopat olduğunu sanmak, ve işte yine kendini suçlamak ! Herşeyi mahvettiğini düşünmek...oysa bunun, içindeki derin kırgınlıktan ötürü, yalnızlıktan ötürü olduğunu anlayamamak...korkudan dolayı olduğunu....Kendini suçlamak...kendinden nefret etmek, sevmemek, hiçbir şeye layık görmemek...oysa öyle olmadığını söylediğinde biri gözlerinin ta içine bakıp, seni deliler gibi sevdiğinde, seni dünyanın en değerli şeyiymişsin gibi sevdiğinde, onun yalan söylüyor olabileceğini düşünecek kadar özgüvenini yitirmiş olmak...

Öfkenin doğasına aykırı biriktirmek...Gün gelip en mutlu anlarınızı bir zindana dönüştürür yoksa...öfke birikip gözlerini kan bürümüş bir canavara dönüşür...Salıverip özgür bıraksak zamanında, şekil değiştirip bir elma şekeri olur oysa...Yapabilsek...

18 Kasım 2010 Perşembe

Çikolata dükkanı

Bu bir gün önceki rüyam...Bir çikolata dükkanı...İnanılmaz çekici raflarda, vitrinde çeşit çeşit çikolatalar...Burası biraz komik; dükkanın sahibi de Fikret Kuşkan...ben oraya düzenli olarak gidiyormuşum aslında...sürekli çikolata alıyormusum oradan...Rüya, bilmem kaçıncı gidişimle başlıyor...hava soğukmuş ve kapının önündeki paspas ıslak olduğundan, tam girerken kayıp düşüyorum. Dükkanın içindekiler bana bakıyorlar ama gülmüyorlar, ben çok utanıyorum. Sonra girip yine bir sürü çikolata alıyorum...ve uyanıyorum...

Duvar önü hatırası

...tanıdık bir apartman...önünde duran iki insan...dayım ve yengem...eski, köhne apartmanın önünde geçmişe dair bir şeyler anlatmaya çalışırcasına yüzüme bakıyorlar bir fotoğraf karesinden...yanda gri, kirli bir duvar...duvarın üzerinde ismim yazıyor hem de irili ufaklı, büyük-küçük harfli çeşitli şekillerde...beni mutlu etmek için yollamışlar o fotoğrafı, bana hediye olsun diye bir vesileyle...öyle bir hisle uyanıyorum...

14 Kasım 2010 Pazar

Sonbahar...hüzünlü bahar...


Hüzünlü gelir insana o yaprakların uçuştuğunu görmek, hışırtılarını duymak, yağmurun yağması falan...Bu da mı böyle öğretilmiştir bize, yoksa hüzün denen şey bu mudur, genlerimizde mi vardır, böyle mi yaradılmışızdır, ya da sonbahar bize hüzün versin diye mi yaradılmıştır bilinmez ama herkesin sonbaharda aynı şeyleri hissedip bi anda şair kesilmesi, fonda yumuşak bir müzik eşliğinde kahvesini yudumlaması camdan bakarak, tesadüf olamaz...ya şartlanmışız buna; kuru yaprak=hüzün diye, ya da hoşumuza gidiyor, ki zaten yapımızda melankoli var, belki de güven veriyor bize sonbaharda gelişen bu toplu hüzün bilinci...Yazın sıcağında camdan güneşi izleyip hüzünlenen duymadım ben hiç...hah! belki de kimse yapmıyor diye yapmıyoruzdur...çünkü yapsan yalnız olacaksın, senden başka kimse yapmayacak, güven vermeyecek ve kendini yalnız hissedeceksin....belki de insanoğlu sonbaharda kendini yalnız hissediyordur yalnızca...hadi bakalım bi camdan bakıp hüzünleniim de güven duyayım, nasıl olsa dünyanın yarısı bunu yapıyordur şu anda deyip kilometrelerce öteden algıladığı telepatik sinyallerle mutlu oluyor işte...

Belki de, hani, bizim de doğanın bir parçası oldugumuz söylenir ya hep, zavallı ağaçların yapraklarını dökmesi canımızı yakıyordur, belki de asırlar önce dostumuz olan ağaçların hüznünü öğrenmişizdir, biliyoruzdur aslında ve farkında olmadan onların veda seremonisine katılıyoruzdur, kimbilir...



13 Kasım 2010 Cumartesi

Şişme yanakla geyikli sabahlık

Yanağım şişmiş...antibiyotiğe başladım bu sabah...Dişim yüzünden...ama geçicek...ne zaman grip olsam, bi yerime bişey olsa hep geyikli pofuduk sabahlığım yardımıma yetişir...sanki onu giyince iyileşir gibi olurum...Dışardan bornozu andırsa da hayır o bir sabahlık...kaban gibi giyip dışarı çıkabilsem keşke...o zaman hiçbişey olmaz bana...karşıdan karşıya bile geçebilirim korkmadan...insanlar der mi ki, aaa deli herhalde bornozla dışarı çıkmış diye? kesin derler...ben de onlara geyiklerimi gezdiriyorum desem mesela...ooo ozaman deli olduğuma iyice kanaat getirirler...ne güzel...eskiden...yani daha gençken, lisedeyken filan, aklımıza hep marjinal fikirler gelirdi, hani o yaşlarda hep farklı olmak istersin ya, mesela kotları ters giymek, dizlerini paçalarını yırtıp içine kareli artık kumaşlardan yama yapmak, sarı, mavi mor ojelerle tırnaklara desen yapmak gibi....yapardık da...böyle gezerdik...çok mutlu olurduk....o zaman deli derler miydi acaba bize? sanmıyorum...gençlik işte der geçerlerdi ama şimdi yapsam, koskoca kadına bak derler...ama ben gencim desem mesela...cidden...ben hala 17 yaşındayım!!! 17 yaşında...17 yaşı...17 yaş..17 ya!...diye haykırsam....amaaan neyse...herşey zamanında güzeldi deyip babaanne moduna geçiyim bari...

Musti büyüdü

Musti büyüdü...2 buçuk yaşına geldi...Biz taşındık...yaşam değişti...Aslında yaşam falan değişmedi, bu lafı da hiç sevmem...insan nedense büyüyüp değiştiğini kabul etmekte zorlanır, büyümek ve zamanın geçmesi, yaş almak demek, yaşamın sonuna bir adım daha yaklaştığını gösterdiğinden olsa gerek, hep geçmişte yaşamayı tercih eder, zorlanır kabullenmekte zamanın geçtiğini...Son zamanlarda Osho okumaya başladım. Başlarda, şu bilindik aptal bestseller lardan sanmıştım onun kitaplarını...hani vardır ya, yaşamın anlamını çözdüğünü sanan bir takım adamlar çıkıp, sanki kendileri mükemmel bir yaşam sürüyorlarmış gibi bir sürü ahkam keserler; "mutlu olun, gülümseyin" vs vs...sinir olurum onlara çünkü hepsi birer safsata...yaşamın anlamını çözmek diye bir şey olamaz ki ben bunu Osho okumaya başladıktan sonra anladım...Yaşam zaten kendi içinde anlamlı...Nedense onu anlamsız sanan biziz çünkü tek düşündüğümüz, ölmeden önce herşeyi yaşamak, hayatımızı hep ölüme göre programlıyoruz, hep yaşamın anlamsız olduğunu savunuyoruz ve ölüme bir anlam veremiyoruz, işte bu yaşam denen şeyden ne kadar kopuk yaşadığımızı gösteriyor. osho bunu, doğu ve batı farkı olarak adlandırıyor. Batı'da ölümden sonra yaşama inanç olmadığından insanların hep yaşamı kaçırdıklarını düşünerek herşeyi acele yaşadıklarını söylüyor, oysa doğu'da ölümden sonraki yaşama olan inançlarından insanlar yaşamı daha yavaş daha sakin daha tadını çıkararak yaşıyorlar diyor. Çünkü bir aceleleri yok...Batı'daki bu Ölüm korkusunun da yaşamı "yaşayamamaktan" kaynaklandığını söylüyor...Şimdi, doğu felsefesi bize hep mistik ve delice gelmiştir o nedenle bu insanların dediklerini ciddiye almayız ama temelde ne kadar mantıklı ve o hep istediğimiz "mutlu ve huzurlu" yaşam için bize ne kadar çok ipucu sunduklarını görmemiz gerek...

hepinize huzurlu ve mutlu günleer...yine yazıcam...