19 Şubat 2011 Cumartesi

kafdağının derinlikleri

Rüyaya bak şindi...Bir gemideyim ama gemi demeye bin şahit ister. Sözde öyleymiş çaktırmayın. Havalanıp suyun altına girip çıkıyo böyle abuk bişi...Geminin ön tarafında belediye otobüslerindeki gibi gittiği yer yazıyo bi de numarası var. Numarayı hatırlamıyorum ama gittiği yer "kafdağının derinlikleri" hahaha:))) çok gülüyorum şu anda yazarken.

Yanımda annem varmış ama annem değil, anlarsınız işte,başka bi kadın ama annemmiş yani sözde. Bana diyo ki "sen iyi anlarsın bu işlerden, bu kaptan süremiyo bu gemiyi gidip bi bak bakalım" :))) iyi anlarmışım ben gemi sürme işinden bak sen:))) Gidiyorum ama bir anda karaya çıkıyo gemi ve bir yardım gemisine dönüşüyo, birileri bağırıyo falan, sözde yardım getirmişiz biz onlara.

Amaaaaan bu ne be:))

18 Şubat 2011 Cuma

Mimlenmişim :)

Miskin Kek'in gönderdiği mimi hemen yanıtlıyorum :-)


1.Gün içinde, eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey?
Artık pek şok olmuyorum :)

2.Gördüğün zaman, eğer almazsam uyuyamam dediğin şey? 
Bilmem, çok beğendiğim herhangi bir şey kafama takılabilir ama uyurum ertesi gün gider alırım.
3.Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey?

Hiç diyet yapmadım hayatımda :) o yüzden bilmiyorum ama sanırım muzlu dondurma olurdu :)
4.Uğurun var mı?

Yok.
5.Kendine en yakıştırdığın renk?

Açık mavi ve mor.
6.En sevdiğin takın?

başparmak yüzüğüm.
7.Takıntın?

Çok takıntılı sayılmam aslında ama mesela ellerimin ıslak olması beni rahatsız eder. Bazen birinin dediği bi lafa çok takarım. Evin kötü kokmasına tahammül edemem vs vs...
8.Bavulum çoktan hazır gitmek gitmek istediğim şehir, ülke?

Paris
9.Ben bu şarkıyı duyunca şakırım

Abba Dancing Queen olabilir. 
10.Solunda ne var?
Çay





Naylon defter kapları ve fakir çocuklar

Bir arkadaşın yazısı üzerine çocukluk anılarım depreşti.


Çocuklar arasındaki hiyerarşi ne kadar acımasızdır hiç düşündünüz mü? Çocuklar acımasızdır zaten. Çok nettirler. Kafalarında her kavrama uygun bir kalıp vardır. Ayırırlar insanları, aralarına almaz ve kolaylıkla dışlarlar. Mesela naylon kaplama kağıdı kullananlar, diğer çocuklar arasında hep "fakir" damgası yerdi benim çocukluğumda. çünkü ucuzdu onlar...hepsinden daha dayanıklı ama ucuz...Mavisi, beyazı ve kırmızısı olurdu. Okulun ilk günü çantasından bunlarla kaplanmış defter ve kitaplarını çıkaran çocuklara hep farklı gözle bakardık. Ben de bakardım evet. Başlarda. Ama benim acımasızlığım uzun sürmezdi. Hemen severdim onu/onları.


Hatta sınıfın haşarı ve yaramaz çocukları, kalemleriyle çizerdi fakir çocukların naylon defter kaplarını. Ağlardı fakir çocuklar.Çok üzülürdüm ve kızardım o çocuklara, çok kızardım. Bir süre sonra, aramızda bir oyuna dönüşmeye başlardı bu naylon defter kapları...biz de almaya başlar, böylelikle kendilerini yalnız hissetmemelerini sağlardık onların...Kendi kaplarımızı çizmeye başlardık kurşun kalemlerimizin ucuyla, aramızda fark kalmasın diye, oyunlar oynayabilelim beraber diye...Eşitlenirdik. Gülerdi fakir çocukların yüzü. Fakir olmanın utanılacak ve kötü bir şey olmadığını naylon defter kapları öğretmiştir bize...


Bir de "evden getirmek" diye bir deyim vardı. Çok ayıp bir şeydi "evden bir  şey getirmek". Özellikle doğum günlerinde çok konuşulurdu bu. "Falanca hediyesini evden getirmiş herhaldeee" diye dedikodusu yapılır, onunla konuşulmaz, bir köşeden sinsice izlenirdi. Hediyesini evden getiren fakir çocuksa, masum ve hüzünlü gözlerle izlerdi eğlenceyi. Zaten bir süre sonra fakir çocuğun fakir babası, olanca güler yüzüyle gelir ve götürürdü çocuğunu...daha sonra,kendi doğum günlerime arkadaşlarımı çağıracağım zaman, minik davetiyeler hazırlar ve özellikle belirtirdim, "hediye almanıza gerek yok" diye, çok iyi hatırlıyorum. Buna rağmen doğum günüme gelmeyen arkadaşlarım olurdu elbette...o zaman da üzülür ama anlardım onları...bu küçük not yeterli değildi kendilerini rahat hissetmeleri için...çünkü o hain bakışlar yine süzecekti onları...


Ne kadar kötüymüşüz...çocuktuk ama çocuklar kötü kalpli işte...hala gözümün önünden gitmez bazı yüzler...hüzünlü yüzler...gerçi ben asla kimseyi dışlamadım hatırlıyorum da...başlarda arkadaşlarına uyuyorsun ama sonradan vicdanın sana yanlış yaptığını söylüyor...


Şimdi düşünüyorum da...en sevdiğim defter kabı, bu naylon olanlardı benim...cicili bicili süslü parıl parıl olanlar hep acımasız ve hain arkadaşlarımı hatırlatır bana...onlar gibi olmak istemedim hiç ve sıyrıldım kolaylıkla aralarından...Hümanist ve vicdanlı bir insan oluşum bu zamanlara dayanır işte...

17 Şubat 2011 Perşembe

Natalie sen neymişsin...


Siyah Kuğu'yu izledik bu akşam.Bu kadar yazılıp çizildiğine göre klasik bir balerin filminden farklı olmalı diye düşündüm. (İşte ayağını kırar falan ya, ne biliim öyle bişiler)

Konu, kurgu filan hakkında çok konuşulabilir ama Natalie Portman'ın oyunculuğu beni benden aldı. Böylesi bir performans şahsen, beklemiyordum...

Kuğu Gölü balesinde Siyah Kuğu olabilmek için önce kendi içinde bir dönüşüm geçirmek zorundadır Nina. Bunun için içindeki karanlık yönleri, içindeki şeytanı ortaya çıkarmaya ve yıllardır bastırdığı tüm duygularının,cinselliğinin, kadınlığının farkına varmaya başlar, hırs ve şehvetin onu değiştirmesine, dönüştürmesine karşı koyamaz.

Bence muhteşem oynamış. Nina'nın önce kendi içinde ve daha sonra sahnede geçirdiği dönüşümü,değişimi öyle başarılı yansıtmış ki oyunculuğuna gerçekten hayran kaldım.

Tamam çok abartmiim. İzledikten sonra abarttığın kadar da değil diyebilrisiniz...:-)

Efenim ondan önce de tiyatroya gittik. berbat bir oyundu, bahsetmeye gerek görmüyorum ama asıl saçma olan, kapıdaki görevlilerle yaptığım tuhaf konuşmaydı.Devlet Tiyatrolarının girişinde hep oluyor gerçi bu tartışma, bir kaç kez daha yaşamıştım ve mantığını kavramak için beyin hücrelerimi epey bi zorlamıştım.

Çanta kontrol faslı.
"Fotoğraf makineniz var mı?"
"Var"
"O zaman onu girişte almak durumundayız"
"aa niye?"
"içerde fotoğraf çekmek yasak, oyuncular rahatsız oluyor"
"iyi de benim makinem hep çantamdadır, fotoğraf çekicem diye getirmedim ki ben onu özellikle, ayrıca da dürüst oldum söyledim size, söylemeyedebilirdim, hem niye çekiyim ki ben fotoğraf, ben oyun izlemeye geldim!
" "ııı kem küm "

falan şeklinde atlattık giriş faslını...Mantığa bak, fotoğraf makinen varsa fotoğraf çekiceksin anlamına geliyor. Çekmicem tamam dersin olur biter. Makineyi alma da ne oluyor..Neyse..zaten tam bir zaman kaybı, vasat bir oyundu...

16 Şubat 2011 Çarşamba

Portishead - Glory Box (Live at Roseland NYC)

"Your leg is shaking a bit!"

Wii diyi bişi var. 3 yıl önce keşfetmiştim.1 ay boyunca düzenli yapınca gerçekten de fitin allahı olmuştum. Bir an önce eve de almalıyım bundan diye dellenmiştim. Nihayet aldık eve. Epey oluyor gerçi. 2-3 ay filan. Ben bir hevesle başladım tabi. 15 gün boyunca düzenli yaptım süper de gidiyodu...tam bir endorfin bombasıydım...sonra salladım :) yok yok üşenmeye başladım. İşte bu toka hikayesi gibi bişi oldu. Sabah kalkcan da yapcan da ohoo...iyi de niye yapcan?kafanda bi ton sorun varken...fit olsan nolcak gibi bir sürü saçma düşünce peydah oldu.Üstüne üstlük sigarayı da bırakamıyorum. egzersizler bitiyo ben sigara içiyorum ne anladım ben bu işten...endorfinmiş mendorfinmiş falan hak getire...( Bu arada az sonra tavan tepeme çökecek, az kaldı..2 gün boyunca neyi deler bir insan anlamış değilim) neyse...

bu Wii'de bir takım adamlar var; çalıştırıcılar. Bildiğin hal hatır falan soruyolar, bazı günler "bugun Hüsnü gelemedi ben geldim" diye çıkıveriyor başka bir kadın çalıştırıcı karşıma. Kazara ayağın titrese kızıyorlar falan. Kolay bişi de değil ha, hem vücudunun dengesini sabit tutmak, hem hareketleri yapmak hem de düzgün nefes almak zorundasın. Öyle aerobik programları gibi değil, kafana göre takılamıyosun. bir süre girmesen dalga geçiyor falan ordaki eleman; "uzun zamandır yoksun adın neydi senin" falan diye...bi de isim uyduruyo...Yakında eve gelip, taytlarıyla mutfakta yemek yaparken falan bulmaktan korkuyorum, ya da bornozla banyodan çıkarken falan...! Işıkları yakınca salonda ellerini kavuşturmuş beklerken filan buluyormuşum;"1 haftadır seni bekliyorum! nerdesin sennn?!"...Bak şindi...arayı fazla uzatmadan yapiim ben şu egzersizleri en iyisi...bela almayalım başımıza :-))

15 Şubat 2011 Salı

versiyon karmaşası

Film izlemeyi çok seviyorum(uz). Yani sevgilimle ben. İnternetten indirilme de değil. Gidip DVD alıp kutulayıp arşiv yapmak en büyük zevklerimizden. Film dediğin öyle olur. Sevmiyorum ben internetten film indirip izlemeyi, haksızlık, saygısızlık yapıyormuşum gibi geliyor filme. ( Tıpkı küçükken, yolda elimde çiçek taşırken çiçeği yere doğru tutmanın çiçeğe saygısızlık olduğunu düşünmem, ve öyle taşıyanları yadırgamam gibi...tamam çok alakası yok ama dün aklıma geldi bu, bir yere sıkıştırmak istedim) Raflara sıra sıra renk renk de dizdin mi eve ayrı bir hava katması da cabası. ( Caba lafını pek kullanmam aslında. böyle anam bacım kardaşım, bu gala daşlı gala falan gibi yerel bi tınısı da var, fonetiği bozuk, sinir bi sözcük)

1 yıl içinde acaip bir arşivimiz oldu. Sinemayı hep severdim ama sevgilimden sonra daha yakından ilgilenmeye başladım. Kurgu hataları, devamlılık hataları falan gibi teknik sorunları bile farkedebilen bir bilge olma yolunda ilerlemekteyim.Çok mutluyum.

Dün yine bizim dvd'ciye gittik ve 22 tane film aldık. Acaip filmler. Adamlarda ne ararsan var. Geçenlerde "Sleuth" diye bir film izlemiştik. aslında son 20 dakikası bozuk olduğu için izleyemedik. Bu filmin bi de 1972 yılında çekilmiş ilk versiyonu var. neyse adamdan bizim izlediğimiz versiyonunu istedik. aklı sıra bilgili olduğunu gösterecek ya, "o iyi değil, ben size ilk versiyonunu vereyim" dedi. "Yok biz bunu izledik, çok beğendik ama son 20 dakikası bozuktu, onu istiyoruz" dedim. "Valla tavsiye etmem onu ben size ilk versiyonunu vereyim onu izleyin" dedi "Ya biz izledik biliyoruz filmi, sevdik işte allah allaah" dedim.

Neyse sonunda her iki versiyonunu da almaya karar verdik. Şimdi o öyle dedi ya benim içime bir kurt düştü. Film cidden güzel bir filmdi ama "niye öyle dedi acabaa" diye düşünmedim değil. ben burdan nereye geleceğimi unuttum bu arada hihahaha:))) ama o kadar yazdım ziyan olmasın diye yayınlıyorum :)) aklıma gelince devam edeceğimdir..saygılaar :))

Bir toka'yla mutlu olan insan

Evet ben artık anladım bazen sabahları neden uyanamadığımı. Kendinden sıkılmaya başladığında eğer hemen bir değişiklik yapmazsan, bunalıma giriyosun, uyanmak istemiyosun. Uyanıp da napcan ki, bi amacın olmuyo...Önceden 2 ayda bir saçımı değiştirirdim; ya rengini ya şeklini.Uzatmaya ve kendi rengine döndürmeye karar verdim vereli dokunmuyorum. Tam uzama aşamasında ve abidik gubidik bir hal almış durumda (her yerden fırlamak suretiyle) ama bu kez sabretmeye kararlıyım. Rengi allahtan doğal duruyo da kurtarıyorum. Şu katlı kesim dedikleri şey bir kez girdi mi bünyeye çıkarabilene aşkolsun.. Evladiyelik bişi oluyo hayat boyu kestir dur, kapana kısılıyosun adeta..Ama bu kez yenicem onu...hi ha hahahaaaa!

Efenim bu aşamada yapılacak en iyi şey kendine taçtı, tokaydı bandanaydı falan almak oluyor. Bir süredir evdeki malzemelerle yetiniyordum ve fakat baktım ki sabahları uyanamıyorum, dedim benim yeni bişi yapmam şart! napiim napiim dedim ve gittim kendime toka aldım!hem de 3 tane! İşe yaradı! Can geldi neşe geldi günlerime a dostlar! Bu beni bir süre götürür. Öyle torba torba alışveriş yapmama da gerek yok benim. Tek bir minik toka yaşamıma anlam katıyor. Güzel bişi aslında...

Mesela bu sabah erkenden uyandım. Birazdan da egzersizlerimi yapıcam. Akşam da bir arkadaşımla buluşucam. Kafama da tokadan başka bişi takmicam! :)

NOT:Yalnız bu yukardan gelen matkap sesi beni çıldırtmaya başladı, sinir bastı bana çok fena, napcaz. Adamcağız da söylemişti, evde tadilat olacak gürültü olacak, haberiniz ola diye. Tamam dediydim. Susup beklicem, tokamla beraber, o beni sakinleştirir :-)

14 Şubat 2011 Pazartesi

Gelsin peluş ayılar, gitsin kalpli yastıklar..

14 Şubat gelmiş. eee nolcak şimdi? Ne istemeliyim sevgilimden? hımmm bi tane peluş ayı fena olmazdı...Sokaktaki teenager çiftlerle beraber birbirimize caka satarak gezerdik oooh! Kalpli yastığımın ucu da Toys r us torbamdan görünürdü...elimde de gülüm...Sonra giderdik bir cafeye...tıklım tıklım jöleli saçlı bebeler, sarı saçlı kızlarla otururduk, çay içip elimizi tutar belki de öpüşürdük...Keşke 17 yaşımızda olaydık...:P

Ben en çok sevgilisi olmayanların üzülmesine üzülüyorum biliyor musunuz? Üzülmemin sebebi sevgilileri olmaması değil ama. Buna niye üzüliim ki.üzülmemin nedeni kendilerini bunalıma girmeye mecbur hissetmeleri. Öyle bir baskı var ki dört bir yandan. Sanki sevgilisi olmak bir üstünlükmüş, olmayanlar ezikmiş zavallıymış gibi hissettiriyorlar. E sevgilisi olmayanlar da bu oyuna geliyor, üzülüyor haliyle..Çok ayıp bişey bu ama. Çok acımasızca..

Hayır bi de en aklı başında, eşşek kadar hatunlar bile bir baskı yapıyorlar sevgililerine şaşarsınız...Etrafta bu gün adeta "sevginin sınanma günü" gibi gösterilmeye çalışılıyor ve herkes buna kanıp, sanki hediye almazlarsa sevgilileri, onları sevmiyormuş gibi algılıyorlar. Daha da doğru bir tanımla; dışarıdan öyle algılanmasından korktukları için buna mecbur olduklarını sanıyorlar.Valla ben o sevgiden zaten şüphe ederim ve sorarım yani; kardeşim sizin birlikte olma amacınız ne?

Ulen sevgilin varsa bile 14 şubatta peluş ayıcıkla kalpli yastıkla jöleli saçlarla kokoş çantalarla gezmek mi yani olay? Çok banal, çok sıradan ve kapitalizm tarafından insanlar alsın alsın durmadan alsın diye uydurulan bu güne kanan ve kanmayı matah sanan insanlar daha zavallı.inanın bana. Üzülmeyin.Bi sakin olun...Diğer günlerden hiç bir farkı yok 14 Şubat'ın. Huzurlu ve keyifli geçsin gününüz...Bi de ne alaka lan peluş ayı?

SADET:Sizi seven ve her gününüzü sevgililer günü kıvamında yaşayacağınız bir sevgili bulmanızı dilerim; 14 şubatta size peluş ayıcık alan birini değil.Sevgiler.

SADET 2: Çiçek güzeldir. Her gün, her mevsim alınabilir. O ayrı...:))

13 Şubat 2011 Pazar

Interview with a cat

Tombikim geceleri kuduruyor. Bazen acaip şevke geldiğinde mutfağın girişindeki mama ve su kabını deviriyor hızını alamayıp. Her seferinde "oğlumm yaaaa!" diye haykırıveriyorum. Boncuk gözleriyle bana bakıp "ama naptım ki ben?" diyor.

Az önce aramızda geçen konuşmayı sizlere aktarmak istedim. kedi seven ve onlarla konuşmayı bilenler beni anlayacaktır. Ne saçmalıyosun diye bu yazıyı okumaya başlayanların hiç okumamasını tavsiye ederim. Zira, ruhları zarar görebilir.

O: "Yihhuuuuu uçuyoruuuummm...alllahhhh!"
Ben: Yaaa oğlum yaaaaaa!
O: Aman beeeeee!
Ben: Oğlum kıçınla dağları deviriyosun. Bi ayarla artık kendini burda su kabım var diye .Öğren artık ama yaaa, her seferinde her seferindeeee...!
O: Ya tamam anne yaaaaa!.....alllllllllaaahhh top mu var orda! hadi uçtum ben!!
Ben: Şebeleğim benim!

:-)