4 Şubat 2011 Cuma

sigortası atmak

Gecenin 4ünde sigorta attı. Korku filmlerindeki gibiydi ev. Mutfağın ışığını yakarken "paaat" ev kapkaranlık oldu. Böyle şeyler zaten ya pazar günleri ya da en alakasız saatlerde olur. Bu bir kuraldır. Murphy kanunları hayatımızı yönetiyor.Bu gerçek.


Sabahın 4ünde senin ne işin var ayakta dimi? Ne işim varsa var sorun o değil ama benim zaten ne kadar tırsak bir bünyeye sahip olduğumu bilen birileri adeta bilerek benimle eğleniyor. Zar zor çakmak bulup salona gidip tea-lightları yakıp sigortayı kaldırdım. Ama nafile. Yanmadı ışıklarr. Alllah dedim b..ku yedik. Demek ki ciddi bir sorun var. Saat 5 oldu. Salondaki sehpanın üzerindeki 7 tane tea-light ve gölgeleri,bir de musti'nin gözlerini cin gibi açıp sesleri dinleyişi ve bir yerlere bakışı eşliğinde, kafamda yarın sabahtan ararım  bir elektrikçi çağırırım yapar...ama ya sigortada sorun varsa..çalışmadığına göre...çok da para ister şimdi bunlar...diye diye uyumuşum...11 de uyandım...hani böyle bir kabustan uyanır ve herşeyin bir kabus oldugunu anlayıp rahatlarsın ya, öyle olacak sandım ama olmadı maalesef.Kabus devam ediyordu. can havliyle telefona sarıldım, bir elektrikçinin kartı vardı, onu aradım, telefonun ucundaki kız ne dese beğenirsiniz? ben mesela şey dese beğenirdim "şimdi gözlerinizi kapatıyorsunuz, 3e kadar sayıyorsunuz ve elektrikler geliyor"...herneyse...ama öyle demedi. Elektrik ustasının 1 ay gelmeyeceğini söyleyip beni üzüntülere gark etti sağolsun. Sonra aklıma sevgilimi aramak geldi. şehir dışında da şu an kendisi. Bana dış sigorta iç sigorta gibi bişeyler dedi. Neaaa? dedim dış sigorta da mı vaaar? İvit ifindim varmış ve nitekim dış sigorta atmışmış. Ulen bileydim dün gece korku filmi edasında, mum ışığı eşliğinde bir gece geçirmezdim. Neyse efenim. Şimdi düzeldi. Ama Murphy kanunları hakkında dediğim şeyi bi düşünün...:-)

yalnızlık, bi gider misin?

Yalnızlık denilen şey beni aşağı çekiyor. Onu anladım artık. Tahammül sınırlarımı aşıyor. Düzenim, günlük rutinim bozuluyor. Bunalım yapıyo bende. Uzun yıllar yalnız yaşadığım günleri hatırladım. Şurda iki gün yaşadığım bunalımı bir ömür yaşamışım ve sağlıklı bir şekilde hayatta kalabilmem mucize gibi geliyor düşününce. Kafa dinlemek, kendine zaman ayırmak falan...yapamıyorum...eskiden yapardım ama artık yapamıyorum bu çok acı...ha kimseyi aramak ve görmek de istemiyorum mesela ama yalnız olmak da istemiyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum...çok çetrefil bir durum...Kendimden uzaklaşıyorum, çirkinleşiyorum sanki yalnızken. Evime eşyalarıma yabancılaşıyorum,Hiçbir şeyin anlamı kalmıyor. Çünkü düzen bozuluyor. özgürlüğüme bir o kadar düşkünken, yalnız yaşama ve yalnız olma fikri de bir o kadar korkutuyor. Boğa-kova itişmesi de diyebiliriz buna sanırım. Mesela gece uyuyamıyorum. Cin gibiyim. Sanki uyursam kötü birşeyler olacakmış gibi geliyor. her ses, her tıkırtı binlerce şey çağrıştırıyor, korkuyorum. Çocuk gibi korkuyorum...ne kadar güvensiz ne kadar yalnızmışım meğer ben yıllardır...Sevgilimin yanında oysa hiçbir şeyden korkmuyorum. Ama o yokken herşey üstüme üstüme geliyor. Bunun böyle olmaması lazım oysa...istemiyorum böyle olmasını...yalnız kalmanın bana keyif vermesini istiyorum ama artık sadece gözlerimi yumup bitsin diye yalvardığım, zorunlu ve ürkütücü bir süreç yalnızlık...belki geçer...hı?

3 Şubat 2011 Perşembe

Bir çift ayakkabı alayım, topuksuz olsun lütfen!

Öğrenci modumdan kurtulalı çok oldu. Güzel güzel topuklu ayakkabılarım vaar cici bici kıyafetlerim vaar ama gel gör ki olmuyo işte! Ne zaman topuklu ayakkabı giyip dışarı çıksam kendimi büyümüş de küçülmüş gibi hissediyorum. Oturmuyo üstüme sanki. Ya da çok fazla oturuyor abartı oluyor çok dikkat çekiyorum bilmiyorum, onun ayırdına varamadım henüz. Seviyorum da, kendimi kadın gibi hissetmeyi aslında ama evden çıkarken o topukluları giyme fikri bana soğuk terler bastırıyor nedense. Dışarı çıkıp, apartman kapısından geri dönüp değiştirdiğimi biliyorum kaç kere. Ha bi de şu var, millet tıkır tıkır yürürken, ben ya bi yere takılıp tökezliyorum , kayıyorum ya da tabanlarım ağrıdan ölüyor anasını satiim. Bridget Jones gibi bişey oluyorum bazen. Salına salına kendime sonsuz güvenle yürümek istiyorum ulen yollarda ben de. Sanırım bunu başaranlar, öğrenciliğinde de koca anti-estetik çirkin postallar giymeyip, okula topuklularla gelip, biz paçozların diline düşüp yerden yere vurduğumuz tipler olsa gerek.  Anasının karnından topuklu ayakkabıyla doğuyor bunlar. Biz gibi 4 senesini erkek modunda geçirmeyip kadın olduklarının erkenden farkına varıyorlar tabi..Annem, kuzenlerim falan yıllarca uğraştı yazık. Ne zaman çarşıya çıksak " çık artık kızım şu öğrenci modundan" diye bana cici bici çantalar, kıyafetler falan alırdık. Bir süre giyer, sonra bir kenara atardım. Atmayaydım iyiydi...Kendime göre bir tarzım var şimdi, seviyorum da. Sade bir kadınsılık diyelim biz ona. :-) Topuklularla rahat etmek istiyorum ama ben deee, herkes gibi..seviyorum çünkü...Kendi gözümde hala çocuk gibi olmak kötü bir şey...sanırım ondan kaynaklanıyor herşey...kafiyeli oldu hey hey :-))

2 Şubat 2011 Çarşamba

kokular mokular falan..

Parfümü Fransızların bulduğu söylenir. Bir zamanlar leş gibiymişler de bu kötü kokuları defetmek için parfümü bulmuşlar falan. Nedense bu hikaye benim hep midemi bulandırır. Nedense değil aslında cevabı çok açık; etrafta su yok, adamlar pislikten hastalıktan kırılıyorlar, bi de o pis vücutlarının üzerine parfüm sıkıp güzel koktuklarını sanıyorlar. Iyyy...parfüm dediğin temiz vücuda sıkılır. Ter ve pislik kokusuyla karışık o ağır kokuyu düşünemiyorum. Terleyip "ay çok terledim deodorantın var mı" diyen kız arkadaslara da sinir olmusumdur hep. Ya da çantasında her daim deodorant bulunduranlara. Ulen, duşunu alırsın temiz temiz giyinirsin sıkarsın deodorantını çıkarsın. deodorant dediğin şey teri engellemek için sıkılır. Senin o leş gibi terli vücudundaki kokuları kapatmak gibi bir mucize yaratmaz. Baştan sıksan zaten ter kokmazsın. Yok, bizde bu kültür yok zaten. Usülü bilmeyip, terlediğinde çantadan deodorant çıkarıp sıkan kadınlar bi de kendilerini bakımlı falan sanırlar. Genelde de en ağır yasemin kokuları falan taşırlar çantalarında..Koku önemlidir, bakım, temiz olmaktan temiz kokmaktan geçer. Yolu yordamı budur. Öğrenin lan! :-)))

Gene geliyorlar!

Evet anlıyorum. Suratımı ateş basmaya, içimde deli edici bir huzursuzlukla kafama olur olmadık şeyleri takmaya, her durumdan kavga çıkarmaya başladığım veya her an başlayabileceğimi hissettiğim anlar vakit tamamdır! Bir insan evladı nasıl olur da hormonlarının onu ele geçirişini çaresizlikle izler ve hiçbirşey yapamaz? Hani beyin gücü diye bişey vardı, hani tüm güç bizdeydi? hani istersek beynimizle herşeyi yönetebilirdik? Bu hormon denen şeyler beyin gücünü de aşıyor kanımca. Başka bir güç gerekiyor onlara. Bitki çayları mayları diye kakalıyolar yıllardır da bende bi işe yaramıyor..Ciddi bir ilgi ve şefkat benim ilacım. O zaman pamuk gibi oluyorum. Ama o kontrolsüz agresyon anlarında nedense ilgi yerine ilgisizlik görüyoruz hep. Hoş, kendimi onların yerine koyuyorum, her ay her ay çekilir dert değil ki bu ama yaa..ben dayanamazsdım karşımda sürekli her ay gergin, şımaran ve kendi bok gibi de davransa ilgi bekleyen bi adama! Sonra da hep, alışmalarını, bunun elimizde olmadığını söyleyip ilgi bekliyoruz. Hadi len ordan! bal gibi bilerek yapıyoruz bunu...Kolay geliyo hormonların ardına sığınmak belki. Empatimi de kurarım, kadınım hakkımı da savunurum kendimi ezdirmem de ama kadınsal saçmalıklara da bi dur demek gerek be anacım! hadi öptümm

1 Şubat 2011 Salı

Oruç Aruoba-Yaşam ki

2
Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin altında 
tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de)
savaşmakla geçecek. - Bu yüzden de, ulaşman
gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak
o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur:
Senin, onlarla savaşmak yüzünden, ulaşman gereken
düzeyin altında kalman...
Ama savaşacaksın, gene de: sonuç her iki durumda da
aynı olmayacak mı zaten - sen, zaten, ulaşman
gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? - Ama,
savaşırsan, en azından (nereye gelebilirsen) geldiğin
düzeye savaşarak gelmiş olacaksın - - bu da boşuna 
olmayacak.
4
Yaşamın, kendi kendine ağırlık haline getirdiğin
şeylerin altında ezilmenin süreci olacak.
Yaşamı 'hafifçe' yaşayabilseydin, yaşamın olayları da
uçup giderler, sana yük olmazlardı - ama o zaman da,
uçucu, boş olurdu yaşamın. Bu yüzden, yaşadığın her 
olayı 'ağır'laştıracaksın; ki uçup gitmesin, omuzuna
çöksün; sen de onun yükünü taşıyasın.
Yaşaman, yaşamın yükünü yüklenmek olacak.
Yaşam, yükleneceğin yüktür.
Yaşamın, yükündür.
6
Yaşamda atmak isteyeceğin her adımın
bir bedeli olacak: ancak bedeli ödemeğe
hazır olursan atabileceksin o adımı - bedeli
'peşin' ödemeyeceksin; adımı atmaya hazır değilsen,
bedeli de ödeyemezsin: Adımı atma anında,
bedeli de ödemeğe hazır hale gelmiş olacaksın.
8
Yaşam gidince ne yapacağını bilemediğin, ama gitmek
istediğin yerlere doğru katettiğin yollardan oluşacak -
ki bunlar, belki, o yerlere gitmek istediğini bile ancak
sonradan anlayacağın yollar olacak...
10
Yaşamın, sürekli gireceğin çıkmazlardan oluşacak;
hep girip, hep çıkacaksın çıkmazlara, çıkmazlardan:
son gireceğin çıkmaz da, hiç çıkamayacağın çıkmaz
olacak - sen en son çıkmazına girdiğinde,
yaşamın da 'düze' çıkacak...
19
Yaşamın, beklediğinin gelmemesi - ki, işte:
senin de, gelmeyeceğini bildiğini beklemen 
olacak.
23
Yaşamında öteki kişilere ulaşabildiğin anlar,
bir ormandaki kuş ötüşleri gibi olacak: uzaklardan gelip
geçerken kısacık bir süre yapraklarda yankılanacaklar
- o kadar...
Orman, bütün sessizliğiyle, yine yalnız,
duracak orada.
24
Yaşamında, yürüyüp yürüyüp, bir an durunca,
çevrene bakıp göreceksin ki, yürüyüşüne şu ya da bu
noktada katılmış, bir süre seninle birlikte yürümüş
kişilerden hiçbiri yok yanında:-
Sen, bir an, "Buradayım" demek için durunca,
onlar, artık, "orada" olacaklar - "buradayım artık" bile
demeyecekler sana, "orada"larından seslenerek...
"Burada"nda kimse bulunmayacak
- "orada"ndan da kimse seslenmeyecek sana...
54
Yaşamın, tasarladıkların ile gerçekleştirebildiklerin
arasında gidip gelecek: gerçekleştirebildiklerin
tasarladıklarından hep eksik;
tasarladıkların gerçekleştirebildiklerinden
hep fazla:-
Hep, hem eksik, hem fazla olacak yaşamın
- gerçekleri eksik, tasarıları fazla...
Hep eksiklikler yaşayacaksın - ve, hep, fazlalıklar...
Yaşamın bu olacak işte:
eksik - fazla...
70
Öyle yaşayacaksın ki, kendin bir türlü olgunlaşamadan,
arkanda olgun ürünler bırakıp yürüyeceksin - ancak
da olgun olduklarında bırakacaksın onları ardında...
Çünkü sen kendin de, olgun hale geldiğinde,
kendi ardında kalacaksın - bırakacaksın kendini 
ki,
ardında kalsın...
71
Yaşamda yapabileceklerin, zaten, yapabildiklerin
olacak - ama yapabildiklerin, yapabileceklerinden
daha az olabilecek: ıskalayabileceksin - bundan da
korkma, kaçınma; zaten, yapabileceklerini 
yapabildiklerinden ayrı, bağımsız olarak 
saptayabilseydin, 'herşeye kadir' olurdun!
Yapabileceklerine boşver - yapabildiklerini yap!
73
Yaşamının hiçbir belirli yerinde bulamadığın amacı,
boydanboya kendisinde yatar.
Yaşamının amacını arayıp arayıp bulamayacaksın
ki, bu olacak işte yolu gösteren - amaç da, bu...
Çünkü kişi ancak kendi yaşadıklarından;
ve yine ancak kendi yaşadıkları aracılığıyla başka kişilerin yaşadıklarından 
(ve yazdıklarından)
birşeyler edinebilir. 
(DE Kİ İŞTE)

Söz-cük

..bazen sözcüklerime ulaşamıyorum. Oysa çok güzellerdi..küçülüp unufak olmuş hepsi. Adeta birer hırıltıya dönüşmüş. Bir bakıyorum ben değilim konuşan. Konuşamıyorum da bazen..Ağzımdan çıkan hiç bir söz-cük benim değil. Başkalarınınkiler pelesenk olmuş dilime. Söküp atamıyorum da.


..hayal gücüme ulaşamıyorum. Güçlü hayallerime. Büyüdükçe ayaklarım kök salmış yerin dibine..kafamı kaldırdıkça felç oluyorum, kör oluyorum, etraf kararıyor. Ayak parmaklarımın acısıyla kendime geldiğimde bir zamanlar benim olan güzel dünyanın ortasında yapayalnız kalmışım. Hayal ne demek?? yapayalnız kalmışım diyorum!


Göğün ortasına bir kelebek. Güven bana diyor. ordan geliyorum ben...Götür beni diyorum. Yanıma konuyor, kanadını uzatıyor, o sırada bir el uzanıp alıyor onu ve gürlüyor; o geliyor ama sen gelmiyorsun! sen artık buraya ait değilsin! üzgünüm diyor ve gidiyor kelebek.


Artık hiçbir şeyim benim değil. Hayallerim de sözcüklerim de...Peki ruhumu korumaya çalıştıkça 8.kapıyı bulur muyum?

Cinnet halleri veya gıcık oluyorum-2-

Çok çabuk gıcık olur ve çok çabuk tavır alırım. Öyle esip gürleyip tepkimi göstermekten de çekinmem ha! hatta buna her daim hazır olduğum bile söylenebilir. Kimileri buna agresyon da diyor ama ben saçmalıklara ve aptallıklara karşı gösterdiğim bu engellenemez tepkilerimi gayet normal buluyorum.


Saçmalıklar dedik, aptallıklar dedik..nedir bunlar? 1 haftadır cebelleştiğim kargo olayıyla başlayabiliriz mesela...Adına bakıldığında hız olayında iddiali olduğu sanılan firma beni cinnet geçirme aşamasına getirdi. Artık en sonunda, bana veya oturduğum bölgeye karşı bir garezleri olduğuna inanmaya başladım.Efenim İstanbul'dan 1 günde gelmesi gereken kargoyu 3 gün bekledim ve 3.günün sonunda akşam 6 buçuk gibi filan elime ulaştı. Bu 3 gün boyunca herhalde günde 5 kez falan aradım, asıl gelmesi gereken ve gelmeyen gün İstanbul'daki firmada sorun olduğu söylendi. Hadi dedim neyse, 2. gün "evet hanfendi kargonuz elimizde ama bugün dağıtmayacağız" gibi saçma ötesi bir cümleyle karşılaştım. Haydaaa o ne demek be?! dedim evet, buna benzer bir şey dedim "bugun dağıtıma çıkmıyor arkadaşlar" şeklinde aldığım adamı tekmeleme isteği uyandıran cevabın ardından yalnızca telefonu "iyi tamam" şeklindeki sert kapatış ve kendi kendime uzunca bir süre söylenmemin ardından ertesi günü beklemeye karar verdim. 


Ertesi gün oldu, artık yani herhalde gelir diye beklerken yine de bir arayayım dedim ve aradığımda 5 buçuğa kadar gelir dendi. Saat 5 bucuk oldu tabiki gelmedi! Herhalde benimle dalga geçiyorlar diye düşünürken saat 6 bucuk gibi kapı çaldı ve bakkal hüseyin amca kılıklı kurye kargomu getirdi. Nasıl sakin durup bir şey demedim hayret! bakkal hüseyin amca kılıklı olması herhalde merhamet uyandırdı birden, neyse...Bu olay böylece kapandı. 


Sonra efendim, yine aynı sorunu bugün yaşadım. Yine kargo bekliyorum ve bugun elime ulaşması lazım. Sabah aradım, kargonuz gelmiş bugun elinizde olur dedi adam. peki dedim herhalde o güne mahsus bir olaydı o kadar da acımasız olma diyorum kendi kendime. Saat 6 bucuk oldu ve hadi ariim dedim ve o korkunç cümleyle karşılaştım " dağıtımımız bitti" bana bugun geleceği söylendi ama dedim gayet masum bir sesle.Yeniden isim adres alındı. Evet hanfendi kargonuz gelmiş, yarın sabahtan elinizde olur! Ulen ne bu ? biri bana bunun ne olduğunu söylesin allahaşkına? şimdi bu normal karşılanması gereken bir şey mi? Adamların keyfini bozuyoz sanki! İşleri o değil de sanki iş buyuruyoz adamlara! köftelere bak sen hele! Şimdi yarın da gelmezse artık o şubeye gidip naparım bilemiyorum...Bu arada müşteri hizmetlerine yazdım tabi durur muyum? Ama ne yanıt geldi ne bişey tabi ki...


Efenim ikinci aptallık olayına geçiyorum. Çok temiz bir apartmanımız var.Her girdiğimizde mis gibi kokuyor, tertemiz pırıl pırıl her daim. bayılıyorum. Yöneticimiz de şeker gibi. Kapıcılar da öyle. Komşularla henüz pek bir tanışıklığımız yok ama herkes kendi halinde görünüyor.Etraf süt liman sizin anlayacağınız..


Şimdi apartmanda şöyle bir kural var. Çöpler kapı önlerine bırakılmıyor, akşam kapıcı zilleri çaldığında ona veriliyor. Eğer o gün evde olmayacaksan da o saatte, kendin indiriyorsun aşağı. ( Ayda 20 gün evde yoksun mesela akşamları, kendi çöpünü kendin kendin atıyorsun ama 1 aylık aidat veriyorsun, işte bu da olayın başka bir aptal yönü) Bunun sebebi de efenim, apartman kokuyormuş. Bende mi bir gariplik var ya da ruhum mu pis anlayamıyorum. Akşam saat 7 de kapının önüne çıkan çöp 1 saatte koca apartmanı nasıl kokutur? üstelik ağzı sıkı sıkı bağlı.. Beni hiç rahatsız etmiyor bu durum mesela. Hadi belki sabahtan çıkarsan da akşama kadar orda kalsa kokabilir ama zaten akşam çöpler alınmaya yakın çıkartıyorsun. Kaldı ki benim çöpümde zaten çoğunlukla, poşet çay artıkları, sigara kağıtları, paketleri, bazen de soğan domates falan oluyo..


Bunu geçen akşam yönetici aidat toplamaya geldiğinde kendisine söyledik karşı komşuyla ağız birliği edercesine. o da aynı fikirdeymiş de bastırıp kabul ettirdik yöneticiye bunu. Oh, rahattık ne güzel. her zil çaldığında koştur koştur kapıya çöp vermeye gitmiyorduk. Ama bu akşam, çöpler kapının önünde olduğu halde zil çaldı. kapıcının 17-18 yaşlarındaki oğlu. yazık nasıl da kibar. "Şey çöpleri kapının önüne koymayacakmıssınız, koku yapıyormuş" ama biz konuştuk yönetici hanımla, koyabilirsiniz demişti" "yani bilmiyorum bana öyle dediler" peki tamam dedik kapattık kapıyı. Çocuğa ne dicen ki...neyse...O kadar hazırım ki kavga etmeye..bu akşam da aynı şey oldu işte...orda ciddi ciddi "ne demek ya ne saçmalık bu heööeyyyt" diye çıkışabilme potansiyelim var benim. Ama saçma abi! Saçma işte! kabul edip uymak zorunda olmak daha da saçma! Ama uyucaz yani napalım?..


Böyle işte canlar. Daha manalı şeylerle uğraşmak istiyorum ben hayatta. Keşke insanlar da öyle olsa. İyi geceler...