14 Kasım 2010 Pazar

Sonbahar...hüzünlü bahar...


Hüzünlü gelir insana o yaprakların uçuştuğunu görmek, hışırtılarını duymak, yağmurun yağması falan...Bu da mı böyle öğretilmiştir bize, yoksa hüzün denen şey bu mudur, genlerimizde mi vardır, böyle mi yaradılmışızdır, ya da sonbahar bize hüzün versin diye mi yaradılmıştır bilinmez ama herkesin sonbaharda aynı şeyleri hissedip bi anda şair kesilmesi, fonda yumuşak bir müzik eşliğinde kahvesini yudumlaması camdan bakarak, tesadüf olamaz...ya şartlanmışız buna; kuru yaprak=hüzün diye, ya da hoşumuza gidiyor, ki zaten yapımızda melankoli var, belki de güven veriyor bize sonbaharda gelişen bu toplu hüzün bilinci...Yazın sıcağında camdan güneşi izleyip hüzünlenen duymadım ben hiç...hah! belki de kimse yapmıyor diye yapmıyoruzdur...çünkü yapsan yalnız olacaksın, senden başka kimse yapmayacak, güven vermeyecek ve kendini yalnız hissedeceksin....belki de insanoğlu sonbaharda kendini yalnız hissediyordur yalnızca...hadi bakalım bi camdan bakıp hüzünleniim de güven duyayım, nasıl olsa dünyanın yarısı bunu yapıyordur şu anda deyip kilometrelerce öteden algıladığı telepatik sinyallerle mutlu oluyor işte...

Belki de, hani, bizim de doğanın bir parçası oldugumuz söylenir ya hep, zavallı ağaçların yapraklarını dökmesi canımızı yakıyordur, belki de asırlar önce dostumuz olan ağaçların hüznünü öğrenmişizdir, biliyoruzdur aslında ve farkında olmadan onların veda seremonisine katılıyoruzdur, kimbilir...



Hiç yorum yok: